Hayatımda Hiç Keşkem Olmadı! 50 yılı aşkın mesleki bir geçmiş… Meslek hayatına ve yardımseverliğe adanmış bir hayat… Modanın duayeni Yıldırım Mayruk; zarif, alçak gönüllü, gerçek bir centilmen… Tanımaktan mutluluk ve onur duyduğum dostum…
Sizi ilk tanıdığımda annem ile Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki moda evinize gelmiştik. Gençlik dönemimdeki en güzel kıyafetlerimi tasarlamıştınız.
– Çok erken yaşlarda başladığınız başarılı meslek yolculuğunuza bizi de çıkarır mısınız?
Mesleğe 65’li yılların ikinci yarısında İstiklal Caddesi’nin bir çatı katında başladım. 3-4 yıl sonra aynı yerde 3 daireyi birleştirerek atölyemi büyüttüm. Siz ikinci atölyemin müşterisisiniz, 45 yıllık bir dostluğumuz var…
Semtlerin de modaları vardır. İstiklal Caddesi’nin modası geçince Şişli’ye oradan da Teşvikiye’ye geçtim. Teşvikiye’den sonra buraya Gümüşsuyu’na geldik. Artık buradan da mesleğime elveda diyeceğim.
Hayatımda Hiç Keşkem Olmadı! İlk ablamdan öğrendim bu işi, ilkokul talebesiydim. Çevremdekiler terziliğe olan yeteneğimi farketmişlerdi. Bu çocuğu terzi yapın derlerdi. Ailem, özellikle annem, asker çocuğu olduğum için devlet memuru olmamı isterdi. Askerlik görevimi tamamladıktan sonra bir büroda çalışacak kişi olmadığımı anladım. Sanat ile ilgili birşeyler yapmak istiyordum. Her ne kadar yaptığım, ülkemizde sanat sayılmasa da bana göre sanat yapıyorum. “İnsanların üzerine tablo yapıyorum.” Meslekte herkesin çektiği zorlukları çektim hatta daha fazlasını… Çünkü içine kapanık, istemeyi bilmeyen biriydim. Hala da öyleyim…
Geçtiğimiz sezon bir defile ile 50.yılımızı kutladık. Önümüzdeki sezon sonu ise bir defile ile meslek hayatıma veda etmek istiyorum. Kıbrıs’a yerleşeceğim.
– Çok erken değil mi üstadım?
Artık ülkemizde bu iş bitti gibi… Gençler, yeni kuşak, İstanbul’a yeni gelenler bu işin dışındalar. Genç kuşak hazır giyimi tercih ediyor.
– Sizi tanımadan önce Mualla Özbek’e giderdik annemle, Mualla Hanım’ın “Benden sonra bu bayrağı Yıldırım taşıyacak”dediğini duymuştuk. MuallaÖzbek’in hayatınızdaki yerinden bahseder misiniz?
Bana bir defile sonrasında bu bayrağı sen taşıyacaksın dedi. Tabii aynı ekolüz. Şu anda kızı Canan Yaka da annesinin izinde devam ediyor.
– Yurt dışında Türk Haute Couture’nü hangi ülkelere taşıdınız?
Londra, Paris, Moskova, Tokyo, Abudabi, Telaviv, Alain Haifa, Türkmenistan… Afrika’da 2 sene üst üste moda haftasına katıldık. Aynı gece televizyondan canlı yayında takriben 200 milyon kişi bizi izledi. Bu konu ile ilgili ilginç bir anı; Paris’te yürürken bir Afrikalının “Barbaros Barbaros” diye bağırdığını duyduk. Şimdiki programımızda Azerbaycan’a gideceğiz.
Hayatımda Hiç Keşkem Olmadı! Türkiye’de 80 yılından beri 2-3 sene hariç, senede 2 kere devamlı koleksiyon hazırlayan tek atölyeyim. Bu bir rekordur. Bu arada belirtmek isterim ki, Japonya hariç tüm yurtdışı defilelerime davet üzerine kendi imkanlarımla gittim. Biz çalışmalarımızı hiç sponsor almadan sürdürdük. Bir tek Japonya’ya Türk Yılı’nın açılışına hükümet tarafından gönderildim.
– Geriye baktığınızda şunu da yapsaydım dediğiniz birşey oldu mu?
Hayatımda Hiç Keşkem Olmadı! Şu yaşımda gençliğimi geri istemiyorum ama 25 sene önceki mesleki hayatımda olmak isterdim. O devri yaşayıp bu devre tam adaptasyon sağlamak imkansız. Günümüzde birçok kişi geçmişini hatırlamak istemiyor. Geçmişe ait kıyafetler saklanmadığı için bulunamıyor. Oysaki çok büyük bir emek ve işçilik vardı. Birçoğu sanat eseriydi. Ben çok şanslıyım benim elbiselerim saklanıyor. Rahmetli Harika Yardımcı bir gün bana “Kırmızı bir elbise dikmiştiniz, dolabımda sakladığım tek eski kıyafetim o…” demişti. Annenizin de sakladığı birçok kıyafetim vardı. Benim diktiğim elbise hediye edilemezdi. Çoğunlukla her zaman giyilebilecek kıyafetler diktim. 40 senelik elbiselerimi giyenler var.
Hafta sonu bir program izledim. Moda ile ilgili programın jüri üyelerinin bir kısmının sanatın farklı dallarında ünlü olan, medyatik kişilerden oluşması beni incitti. Ülkemizde tabii ki modacılar var, ben terziyim. Bilirsiniz ki eskiden dünyada modacı değil couturiér vardı o da terzi demektir…
Ben çok şanslıyım dünyaca ünlü modeller ile çalıştım. Mesela Katoucha … Katoucha bir zamanlar Yves St Laurent’ın “muse”ü olarak tanınıyordu. Hiç olmayan bir şey olmuştu; Yves Saint Laurent’ın sona yakın bir katoloğunda Katoucha ismi vardı. O dönemde mankenlerin ismi kataloglarda yazılmazdı. Çalıştığım yurt dışından gelen mankenlerin iş disiplini dikkatimi çekmişti. Uçaktan iner inmez gelip ellerini yıkar, giyeceği elbiseye dokunur, hisseder, sonra aynanın karşısında 3 adım atar ve dönüşünü yapıp cevabımı bekler. Sonrasında elbisenin düğmelerini, aksesuarlarını kontrol ederler. Biz hala böyle çalışıyoruz.
Geçmişte çok değerli terzilerimiz vardı, onlar yoklukta, sebatla çalıştılar. Ben çok şanslıyım hem o günü hem bugünü gördüm. 80’li yıllarda kopya yapmak zorundaydınız, müşteri bizden yabancı mecmualardan model seçip aynısından isterdi. Daha sonraları kendisine özgün, benzeri olmayan modelleri tercih etmeye başladı.
– Bir yön verdiğinize inanarak sormak istiyorum. Türkiye’de ve dünyada Haute Couture nereye doğru yönleniyor?
Bence emekleyerek gidiyor. 40.000- 50.000 Haute Couture müşterisi bugün 2.000-2.500’lere kadar düştü. Dünyada da bizde de aynı. Kala kala 3-4 tane köklü Moda Evi kaldı. Channel, Dior, Jean Paul Gaultier…..gibi. Gençler de var tabii… Kumaş bulmak da eskisi kadar kolay değil. Fransa’da da İtalya’da da eskisi kadar kalmadı. Şimdi kumaş aldığım 2-3 yer var ve onlar da zamanla küçülüyorlar. Kaliteli ürünün pahalı olması insanları uzaklaştırdı.
Günümüzde moda diye bir şey kalmadı. 20 yıl önce yurtdışından döndüğümüzde bu yıl ne moda diye sorarlardı. Her yıl değişen renkler, stiller, vardı. Önümüzdeki yaz sezonunda minilerden, midi ve maksilere her boy moda. Eskiden 2-3 renk moda olurdu. Şimdi ise tüm renk kartelası moda… Belli bir moda yok. En azından bizim memleketimizde yok gibi. Şimdi bizde bir sokak modası var ki dünyada eşi yok! Ben öyle şeyler görüyorum ki belli bir yaşın üstünde hanımefendilerin dizlerinin 15-20 cm üstünde miniler giydiğini, platform ayakkabılarla arnavut kaldırımlı sokaklarda yürüdüklerini görüyorum. Bu Paris sokaklarında yok denecek kadar az rastlanır bir durum. İtalya’da tek tük var. Türk kadınının bir bölümü çok abartılı giyiniyor. Ama tabii ki kendine yakışanı giyen,çok şık hanımlarımız da var.
– Yurt dışında Haute Couture sendikasının varlığını biliyoruz. Türkiye’de böyle bir yapılanma oluştu mu?
Maalesef yok. Aslında aramızda birlik olsa, müşterek toplantılar yapıp, kararlar alsak birçok konuda hepimizin lehine olabilir. Örneğin yeni bir âdet var; müşteri modeli beğeniyor, 25-30 tane kumaşa bakıp arasından 4-5 tanesini seçiyor. Bu kadar uğraşıdan sonra ne kadar olur, ne zamana biter deyip, çıkıp gidiyor. Ben müşterinin tutumundan kararlı olup olmadığını anlıyorum. Herşeye rağmen servisimi eksiksiz yaparım. Oysaki bir istişare yapıp aramızda müşterek bir karar alınsa, belli bir ücret talep edilse, kimse boş yere vakit kaybetmemiş olur.
– Tescilli grup dediğimiz ” Marque Déposé ” konusunda Türkiye’deki durum nedir?
Fransa’da hukuksal alt yapı ve sendikalar ile tasarımlar garanti altına alınıyor. Bizde bu henüz gelişmedi. Şu anda fasonculuk, kes yapıştır ve bloggercılık var.
– Türkiye’de giyim sıradanlaşmaya doğru mu gidiyor?
Daha çok abartılı giyimler görüyorum. Bazen markaların reklam panosu gibi adeta… Birçok markayı karıştırarak… Bana göre Channel bir ceket giyiyorsanız Channel ile tamamlamanız gerekir. Bir ceketin altına bluejean bile giyecekseniz bu Channel jean olmalı. Bir uyum olması, çağırışım yapması lazım.Bizim eksiğimiz bir moda kritiğimizin olmaması. Eskiden Cumhuriyet gazetesinde Necla Seyhun vardı.
Hayatımda Hiç Keşkem Olmadı! Türkiye’de yeni bir meslek de Stil Danışmanlığı… Ne iş yapıyorsunuz dedim. Evine gidiyor, gardrobuna bakıyor, onu at bu kalsın deyip, yeni giyim kombinleri yapıyorlarmış. Yurtdışına çıkıyor, fotoğraflar çekip bunları giy diyorlarmış. Bence yanlış, kişinin bir tarzı olmalı… Kadın her gün değişmemeli, bir stili, bir tarzı olmalı. Örneğin bana göre Belma Simavi’nin bir tarzı var. Evinizin tümünü bir dekoratöre yaptırırsanız o sizin yaşam eviniz olmaz. Kendi dokunuşlarınız olmalı. Oturacağım köşeyi kendim tayin etmeliyim. Bir de blogerlar çıktı. Onlar da benden daha çok kazanıyorlarmış.
– Türkiye’de ve Yurt dışında modacılardan kimleri beğeniyorsunuz?
YvesStLaurent hayranıyım, Ungaro ve Ferraud’yu beğeniyordum. Ama artık hautecouture olarak yoklar. Bir ara Galiano’yu da beğeniyordum, özellikle Dior için yaptığı tasarımların işçiliğini ve yaratıcılığını… Bir de Jean Paul Gaultietabii ki… Gençlerden ise Elie Saab ve de abiyelerini beğendiğim Zuhair Murad var.Türkiye’de ise Vural Gökçaylı’yı beğeniyorum.
Hakan Yıldırım ve Özgür Masur benim gibi başladılar. Zaman akımına uğrayarak değiştiler. Hakan Yıldırım “Bu yolları bize siz açtınız.”demişti.
– Barbaros Bey ile birlikte altını çizdiğiniz bir konu “İşin bir hikâyesi olmalı”… Bu modanın da bir hikâyesi olmalı anlamına geliyor. “2023’e Hikâyeler” defilenizin konusunu da sizden dinleyebilir miyiz?
“2023’e Hikâyeler” defilemiz ile 2012 yılında Cumhuriyetimizin 75. yılı kutlanırken biz Genç Cumhuriyetimizin 100. yılını hedef alarak kutlamıştık.
– Eski ünlü modacıların tasarımlarını görmek için Paris müzelerindeki sergilerine katıldığınızı duymuştum. Orada bir detaydan bahsetmiştiniz; Sanıyorum Grés’inkinde fotoğraf yerine eskizlemekten bahsetmiştiniz, bana çok ilginç bir detay gibi geldi aradaki farkı açıklayabilir misiniz?
Ben Dior sergisinde birçok tasarımı eskizledim. Sonrasında 60 tane elbise çizdim ve hiçbiri Dior sergisindekinin aynısı değildi. Fotoğraflarsanız kopyalamış olursunuz oysaki eskizlerseniz sizin çiziminiz olur.
Sergileri hiç kaçırmam, günü birlik olarak gidip döndüğüm sergiler bile var. Hayatımda iyi ki bunu yapmışım dediğim çok az şey var; bunlardan biri de MadameGrés’in sergisi. Drape çok sevdiğim için Madame Grés’in ben de ayrı bir yeri vardır. Elbiselerini görmek için gittiğimde hepsinin fotoğrafını çekerek kendime bir albüm yaptım. Değerli bir hatıra…
Grés’in defilelerinde müzik olmazdı, yalnızca mankenlerin ayak sesleri duyulurdu ve defilenin sonunda ise yaşlı bir bayan “Terminé ” derdi. Tıpkı eski filmlerin sonunda ” La Fin” veya ” The End” yazması gibi… Madame Grés defilenin sonunda misafirlerini kapıda uğurlardı. Bir seferinde sıra bana geldiğinde kendisine “Bir rüya gördüm” deyince, “Korkunç muydu?” demişti…
– Bu mesleği yapmak isteyen gençlere ne gibi önerilerde bulunmak istersiniz? Bu konuda ülkemizdeki eğitimi yeterli buluyor musunuz? Yurt dışında Ecole De La Chambre Syndicale, Istituto Marangoni, StMartins, Parsons ve F.I.T. gibi okulların benzerleri bizde de var mı?
Hayatımda Hiç Keşkem Olmadı! Her şeyde olduğu gibi ‘modacılığın’ da modası var bizde… Üniversitelerde bu bölüm var fakat eğitim yetersiz kalabiliyor. Bu işin görgü ve görselliği de önemli. Gençler işin sadece pratiğini öğreniyorlar. Onlar yapıştırıyorlar oysaki bizde yapıştırma olmaz dikiş olur… Barbaros üniversitelerde eğitim seminerleri verdi. Workshoplar’dayapıyor. Bazen öyle oluyor ki 300’e yakın genç, atölyemizde yerlerde oturarak eğitim alıyorlar. Gençlerin kumaşların dokusunu anlayabilmeleri, hissedebilmeleri için kumaşları gösteriyor, materyalleri tanımalarını sağlıyor.
– Tüm defile ve sergilerinizin gelirlerilerini her zaman yardım kurumlarına mı bağışladınız?
Evet, Ankara’da yaptığım defile ve sergi gelirlerimi Anaçev’e, diğerlerini farklı kurumlara… Mutluluk anlayışım başkalarını mutlu etmektir… Öyle daha mutlu oluyorum.
Meslek hayatıma Nisan ayında Swiss Otel’de yapacağım defile ile veda etmek istyorum…
Hayatımda Hiç Keşkem Olmadı! İyiliksever, başarılı ve değerli modacımıza, sevgili dostuma sağlık, mutluluk diliyorum…
Zeynep Tarlan – Hayatımda Hiç Keşkem Olmadı!