Tarihçesinden bahsetmeden önce, Daf ve diğer benzeri vurmalı çalgıların, kökenlerinden veya ilk olarak nasıl ortaya çıktıklarından emin olamayacağımız kadar eski ve kadim olduklarını belirtmekte fayda var. En eski kaynaklar bile ne zaman ortaya çıktıklarını tam olarak işaret etmezler. Tüm bu kadim enstrümanlar arasında Daf daha yakın bir tarihe sahiptir ve biçimi ve çalma tarzı bu noktayı vurgular niteliktedir. Daf’ın köklerini keşfederken ortaya çıkan bir diğer önemli keşif de, bu araştırmanın porselen veya diğer yüzeyler üzerine yapılmış eski bir mezar veya çizim üzerine kurulu gibi bir araştırma olmadığıdır. Örneğin, Pehlevi döneminde, ‘Kombar’ denen bir enstrümanın bazı tasvirlerine göre; o dairesel bir şekle sahiptir, bu nedenle görünüşte biraz Daf’a benzediği iddia edilebilir ancak aynı şekilde çalınıp çalınmadığını söylemek zor. Bununla birlikte, Daf’ın köklerinin izini sürmek için daha iyi ve daha gerçek kaynaklar da var ve bu araştırma esas olarak onlara dayanıyor. Bu makale yazılı bulgulara dayansa da, orada da bazı farklılıklar var. Bazı sözlük ve ansiklopedilerde Daf, farklı olmakla birlikte, Dayere olarak tanımlanır. Mohammad Moin’in ve Gil ve Dilem’in sözlüklerinde “Daf”, “tef” olarak tanımlanır. Dahası, Urdu dilinde Daf ‘dop’tur ve Behdinan’ın sözlüğünde’ Daf = Dayereh olarak tanımlanır. Farsça’da “Dayereh” kelimesi “daire” anlamına gelir, bu nedenle bu enstrümanın farklı bölgelerdeki bazı İranlılar tarafından Dayereh olarak adlandırılmasının sebebi bu olabilir.
Bahsedildiği gibi, Daf’ın bir başka eski adı, yine Farsça’da biraz doğal olmayan şekilde “dop” dur. Öte yandan, ‘Daf’ kelimesi Malezya’da benzer enstrümanlar için adlandırılırken, Türkiye’deki bazı Sufiler, mesela Konya’da, metal yüzeyli yuvarlak bir vurmalı enstrüman olan olarak adlandırır. Buna göre, belirli bölgeye veya kültüre bağlı olarak, “Daf”, bugün bildiklerimize benzer şekilde çalınan yuvarlak bir vurmalı çalgı olarak adlandırılır.
Daf’ın en eski dokümantasyonu, Peygamber Davut’un (MÖ 1010–970) kutsal kitabı Zebur’da yer alır ve burada bir ayet şöyle der: “Onu tef ve dansla övün, onu tellerle (telli çalgılarla) ve flütle övün” (Mezmurlar 150). Bu, “tef” ve / veya Daf’ın çok yaygın olarak bilindiğini ve hatta dini törenlerde kullanıldığını göstermektedir. Bu ayette Daf ve danstan bahsedilmesi ilginçtir çünkü bu, bu enstrümanın Tanrı ile yüce bir bağlantı hissi yaratmadaki ilahi rolünü vurgulamaktadır. Davut, İsrail ve Yahuda Birleşik Krallığı’nın peygamberi ve üçüncü kralıydı. O zamanlar takipçileri Asya, Orta Doğu, Avrupa ve Afrika’ya yayılmıştı. Babası Davut’un yerini alan Süleyman, Asurlular tarafından mağlup edildi. Bu, Daf’ın Orta Doğu’ya nasıl geldiğinin başka bir açıklaması olabilir. MÖ 6. yüzyılda, İsrail toprakları Babilliler tarafından ele geçirildi, bu nedenle onların kültürleri ve müzikleri geniş Pers topraklarına yayıldı. Bu arada, Orta Asya, Arap Yarımadası, Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’da daha küçük Yahudi devletleri ortaya çıktı ve varlığını sürdürdü. Pers kültürünün tüm bölge üzerinde önemli bir etkisi oldu ve bölgeler arasındaki kültür alışverişine, Pers sanatının genel etkisi eşlik etti. Sonuç olarak, Daf’ın MÖ 1010’dan önce var olduğu iddia edilebilir. “Daf” kelimesinin etimolojisi de, geçmişinn 7. yüzyıla dayandığını gösteriyor olabilir. Daha önce de belirtildiği gibi, Sümerler tarafından kullanılan ve MÖ 4500’e dayanan bir kelime olan “dop” ve Aramiler’in kullandığı “dob” olarak adlandırılıyordu. MÖ 5000’de Sümerler, Basra Körfezi yakınlarındaki Dicle ve Fırat yakınlarında yaşadılar. MÖ 3000 yılında krallıklarını kurmuşlardı ve iki yüzyıl sonra Asurlular tarafından mağlup edildiler. Aramiler, bugünkü sözde Suriye’de Samilerden oluşan bir gruptu. Filistin’in güneyinde ve Ürdün Nehri’nin doğusunda ikamet ediyorlardı.
MÖ 1400’de güçlü bir hükümetleri vardı ve ana gelir kaynakları komşu bölgeleri işgal etmekten geliyordu. Bu nedenle, Araplar tarafından yavaş yavaş diğer medeniyetlere tanıtılmadan önce Daf’ın – en azından ilk ve ilkel formuyla – köklerinin Sümer’e dayandığı söylenebilir. Belirtildiği gibi, Daf, Nevruz ve Sufi törenlerinin yanı sıra MÖ 1000’lerdeki çeşitli kraliyet törenleri de dahil olmak üzere birçok dini ritüelde kullanılmıştır.
Masoud Habibi Biyografi
Masoud Habibi, 15 Şubat 1962’de İran’ın Kirmanşah şehrinde doğdu. 12 yaşında piyano çalmaya başladı. 17 yaşında Kirmanşah Radyosu’na radyo orkestrasında piyanist olarak katıldı. On yıl sonra, 1988’de Tahran Radyo ve Televizyonu ile çalışmaya başladı.
1980’lerin sonlarında, artık bir Daf sanatçısı olan Habibi, Parvis Meshkatian’ın şefliğinde Aref orkestrasına katıldı. Bu işbirliğinin sonucu İran’da ve yurtdışında çok sayıda albüm ve konser oldu. Habibi, 1990’ların başında Tahran Radyo ve Televizyonu ile çalışmanın yanı sıra Hossein Farhadpour şefliğinde bir Saba orkestrasına katıldı. Ardından 1993 yılında Hassan Nahid ve Mohammad Moghadasi gibi birçok büyük müzisyenden oluşan Nava Ensemble’a katıldı. Bu esnada Habibi, İran’da ve yurtdışında birçok konserde yer aldı ve aslında bu konserlerin çoğu kaset olarak mevcut. Birkaç yıl sonra Habibi, Jalal Zolfonoun ve Hesammoldin Seraj’ın yanı sıra diğer müzisyenlerle bir araya geldi ve Bidel Ensemble’ı kurdu. Bu da yine yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli konserlerde performans göstermesine yol açtı ve neyse ki bu programların çoğu kaydedildi ve CD ve kaset olarak mevcut.
Habibi daha sonra İran Radyo ve Televizyon Orkestrası gibi birçok ünlü toplulukla çalışmaya başladı. Ayrıca pek çok başka sanatçıyla kayıtlar yaptı. Bu kayıtlardan bazıları; Ey Asheghan, Raghse Mash’al, Maghame Sabr, Pardeh Oshagh, Afarinesh, Vatane Man, Navaaye Gharieh, Nobahar, Kooye Janan, Zoraghe Mahtab ve Velayate Eshagh’dir.
Habibi’nin Daf icrası, İranlıların işitsel hafızasında kolaylıkla iz bırakmıştır. Emam Ali, Velayate Eshgh ve Tanhatarin Sardar gibi unutulmaz dizilerin müziklerini unutmak mümkün değil. Aslında Habibi, 30’dan fazla film ve TV dizi müziğinin yanı sıra 150’den fazla albümde Daf çaldı.
Habibi, sanatını genişletmek isteyen bir öncü olarak ABD, Kanada, Avrupa ve Asya’daki büyük şehirlerde atölyeler düzenledi. Bu atölye çalışmalarının temel amacı, orkestranın müzik aletlerini tanıtmak ve geçmişlerini anlatmak, aynı zamanda insanlara İran müziği hakkında bilgi vermekti.
1993 yılında Habibi, yalnızca perküsyonistlerden (vurmalı çalgı müzisyenlerinden) oluşmasıyla başka bir benzeri olmayan Dalahoo Ensemble’ı kurdu. Üyelerin çoğunluğu onun öğrencileriydi ve Hamseye Iran Zamin albümü bu işbirliğinden doğdu. Tüm notalar ve parçalar, İran’da orkestrasyonda yepyeni bir aşama olarak vurmalı çalgılar için özel şekilde tasarlandı. Perküsyon topluluğunun yanı sıra Habibi, Dalahoo’nun melodik versiyonunu genişletti. Hadi Montazeri, Shahryar Faryousefi ve diğer birçok ünlü müzisyen, Dalahoo Ensemble’da çaldı. 2012 yılında Habibi, Takhte Jamshid Orcheral’ı sahneye çıkarmak için Bijan Kamkar ile işbirliği yaptı.