Çağdaş sanatta gururlandıran küratör: Eda Özdoyuran “Benim hedefim, sanatı geleneksel sergi kavramlarından uzaklaştırıp; yenilikçi, yaratıcı ve devamlılığını sağlayan katalist platformlar oluşturmak…”
Yarı İsviçreli yarı Türk Eda Özdoyuran, New York’ta yaşayan bir küratör. Sanat eğitimini New York Üniversitesi’nde alan Özdoyuran, hem Türk çağdaş sanatçılarının eserlerinin Amerika’da sergilenmesine hem de yabancı sanatçıların Türkiye’de sergilenmesine aracılık etmeyi amaçlıyor.
Marianne Boesky Galerisi’nin artisti Sue De Beer’in Türkiye’de The Moving Image Fair’de sergisini düzenlemede rol alan Özdoyuran, daha sonra bağımsız küratör Mari Sprito’nun kurmuş olduğu Protocimema ile Türkiye’nin önde gelen çağdaş sanatçılarından Hale Tenger’in New York’taki sergisinin düzenlenmesinde rol oynadı. Art Basel, Armory Show, Tefaf gibi fuarlarda çalışan Özdoyuran, Metropolitan Müzesi ve Guggenheim gibi New York’un önde gelen müzelerinin bir takım sergi ve etkinliklerinde de görev aldı. Non-profit bir organizasyon olan Swiss Institute Contemporary Art’da çeşitli sergiler düzenleyen Özdoyuran, şimdi New York’ta farklı galeriler ve bağımsız projeler için çalışıyor.
Son olarak küratörlüğünü yaptığı ‘Another Man’s Treasure” adlı sergi alışılagelmedik materyaller kullanan ve geleneksel sanat kavramını sorgulatan artistlere yer veriyor. Sergide yer alan artistlerden başlıcaları; Alexander Calder, John Chamberlain, Robert Gober, Keith Haring, Mike Kelley, Richard Prince, Rudolf Stingel ve Cy Twombly.
Genç ve yetenekli küratör Eda Özdoyuran ile sanatın bugün geldiği nokta ve kendi sanat anlayışı üzerine bir söyleşi yaptık…
Değişen ve dijitalleşen dünya, sanatı nasıl etkiliyor? Senin bu konudaki yaklaşımın ne?
Çağdaş sanat, günümüz zamanının geçici ve değişken yapısıyla şekilleniyor. Günümüzdeki sanat kavramı eski dönemdeki gibi kalıcı ve somut değil. Resimler ve heykeller yerini performanslar, mekâna duyarlı geçici sergiler, interaktif etkinlikler, yazılım ve dijital sanata bırakıyor. Ancak bu yeni sanat akımı ne korunabiliyor ne de eskisi gibi bir çerçevede saklanabiliyor. Bunun yerine dokümanter ediliyor. Geleneksel sanat, eser yaratmaktan ibaretken, çağdaş sanat ise fikir üretiyor.
Oysa bana göre ne sanat sadece eser yaratmaktan ibaret ne de küratörlük bu eserleri sergilemekten. Her ikisinin de felsefe, edebiyat, teknoloji, mimari, antropoloji ve benzeri disiplinleri kapsaması gerektiğini düşünüyorum. Çağdaş sanata yapıldığı dönemden bağımsız, soyut bir kavram olarak yaklaşılmamalı; çağdaş sanatın tarihle ve kültürle olan bağlantısı göz ardı edilmemeli.
Kendine bu alanda kimi örnek alıyorsun?
İsviçreli küratör Harold Szeemann, hakkında çok okuduğum ve örnek aldığım figürlerin başında geliyor. Bana göre küratörlük kavramının oluşmasında ve gelişmesinde bir öncü. Kendisi 1960’lı yıllarda sanat ve sergileme alanında yepyeni bir algı başlattı. İlk defa, alışılagelmemiş mekanlarda büyük enstalasyonlara yer veren ve farklı nesillerden sanatçıları ve eserleri bir araya getirip yeni diyaloglar yaratan küratördür.
Peki sen, bu dünyaya ne katmak istiyorsun?
Sergilerin kısıtlı bir ömrü olduğunu düşünüyorum, başlıyor ve bitiyor. Sanat eserleri sahiplerine veya müzelere geri dönüyor, geriye kalan sadece anısı oluyor. Sergilerin kalıcılığını ve sürekliliğini artırmak konusunda bir ilk olmak isterim.
Benim hedefim, sanatı geleneksel sergi kavramlarından uzaklaştırıp; yenilikçi, yaratıcı ve devamlılığını sağlayan katalist platformlar oluşturmak…
En beğendiğin Türk sanatçıları sorsak…
En beğendiğim Türk sanatçılar Ahmet Öğüt, Hale Tenger, Hera Büyüktaşçıyan. Yabancılardan ise David Hammons, Anselm Kiefer, Mona Hatoum, Franz West ve Cy Twombly en hoşuma gidenler.